25 Şubat 2017 Cumartesi

ÖZGÜRLÜĞÜN KISTASI ADALETTİR

Özgürlük nedir? Sorusunun cevabını bize TDK:
“1. Bağlı olmama; dışardan etkilenmemiş olma; engellenmemiş olma; zorlanmamış olma.
2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi istencine, kendi yasasına, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi (seçme özgürlüğü).
3. İnsanın kendi istemesi, kendi istenci ile eylemde bulunabilme olanağı; insanın dıştan engellenmeden etki yapabilmesi.” Şeklinde veriyor.
Tanımdan ziyade durumlar daha önemli aslında. Yani insan hangi durumlarda özgür veya özgür değildir. Bazı durumlarda farklı farklı özgürlükler olsa da, her farklı durumda özgürlük sağlanmayabilir. Mesela kendi işini yaparken birey kişisel bir özgürlüğe sahipken kendini yöneteni seçemiyorsa siyasi özgürlüğe sahip değildir. Bu türden özgürlüğe mani durumlarda kişi özgür olamıyor özellikle şuarsı çok önemli bir gayeye ulaşmanın şartları mevcut değil buna ek olarak çeşitli engellerde varsa özgürlükten bahsedebilirmiyiz?
Aslında özgürlüğün kıstası adalettir. Adliyeler, mahkemeler ne kadar adil davranıyorsa, hakkaniyeti gözetiyorsa o beldenin özgürlüğüde o ölçüdedir. İnsan doğarken özgür doğar. Bu durumda insan özgürlüğü değil, özgür iken iyiliği(hayr olanı) seçer. Kişinin  ‘insan’ olması hasebiyle doğuştan sahip olduğu temel haklar ve özgürlükler, bir beldenin veya ülkenin hukuki ve siyasi rejimini belirleyen temel aktördür. İnsanın insan olarak dünya gelmesi zaruri olarak temel bazı haklara sahip olmasını gerektiriyor ve bu haklar ‘kazanılmış haklar’ kategorisinde değil ‘doğuştan hakedilen haklar’ katogorsine girer. Dolayısıyla otorite veya hiç kimse bu haklara uymak zorunda olduğu halde , bu uygunluğunu bir nimet olarak sunamaz. Zaten yöneticilere düşen , hakları vermek değil, bu hakların korunması ve kullanmasını sağlayarak özgürlüğü garanti altına almaktır. Bu bağlamda denilebilir ki özgürlükler haklardan önce gelir çünkü özgürlüğü-yapabilirlik gücü yanında ihtiyarı-olmayanın hakları da yoktur. Kelimeler üzerinden açarsak mevzuyu “ihtiyar” kelimesi ‘hayır’ kelimesinin kökünden gelir ve anlamı –hayır yönünde- olandır. İhtiyarda yani hayır yönünde olanda akıl,adalet ve ahlaki olgunluk bir arada bulunur. Yanlış şeçim ihtiyar olamayacağına göre akli ve adaletli davranmayan ahlaki olmayan her şeçim doğru özgürlük değildir. Peki ne yapacağız?
Malcolm x’in deyimi ile “Hazır ol'da değildik, rahat da durmayacağız…”  karşılaştığımız her haksızlık karşında suskunluğumuz özgürlüğümüze darbe olur ki o zaman insanlığımız bile tartışılır kısacası susmamalı hakkı her daim savunmalı Nemrut’un yaktığı ateşe su taşıyan karınca misali -hazreti- İbrahim’den olduğumuzu belli etmeli hakkın yanında olduğumuzu sergilemeliyiz. Said Nursi’nin veciz bir sözü  ile bitirelim:
 'Ekmeksiz yaşarım, hürrıyetsız yaşayamam…'.
Vesselam…

18 Şubat 2017 Cumartesi

PUAN TOPLAMAK

Şunu bir defa iyi bilmeliyiz ki, müslüman amacı puan toplayan hedefi prenses olan bir Süper Mario değildir. peki müslüman  her işini bonus endeksli yapan bir oyuncu değilse;
1. Yaptığı her işi bilinçli yapan,
2. Çıkar amacı gütmeyen,
3. Her işini ihlasli bir şekilde sadece ama sadece rıza-ı ilahiyi gözeten bir beşer midir? Nedir bakalım:
Müslüman yaptığı işi bilinçli yapar: Çünkü müslüman düşünce ve aksiyon adamıdır. Bilinçsizce hareket etmek ‘müslüman sıfatı’ değildir. Konuşması erdem susmasi tefekkürdur. Yaptığı hareketi desinler diye değil akıl mantık süzgecinden geçirir öyle hareket eder. Geçmişi iyi yorumlayip geleceğe sağlam adım atmasıyla biliriz ki müslüman metot insanıdır. Efendimiz  -sallâllâhu aleyhi ve sellem- :"müslüman bir delikten iki defa isirilmaz" der. Demek ki hatalardan ders çıkaran, geçmişi iyi yorumlayan adamdır..Spontane yaşayamaz, akışına bırakamaz, ( ‘aman ne olursa olsun’ diyemez) akışına bırakmışsa oda belli bir planla akması lazımdır ki müslüman sıfatı taşısın. Dedik ya  metot insanıdır müslüman. Attığı adımı bile bir metotla attı mı işte o zaman bir aksiyon adamı oluverir. Çünkü attığı adımın hedefi vardır hedefe varmak metot o süreç aksiyon ister.
Çıkar amacı gütmez: Müslüman çıkar insanı mıdır? Yaptığı işin sonucunda maddi kazanç bekleyen insanı mıdır? Kestirmeden soralım cennet veya huri için mı her şey? Evet bu sorunun net bir cevabı vardır. Ne için yapıyorsak onun kuluyuz. Bir işi makam mevki için yapıyorsak makamın kulu, para için yapıyorsak paranın kulu, cennet-huri için yapıyorsak onların kuluyuz. Yunus Emre’nin deyimi ile “cennet cennet dedikleri bir kaç melek bir kaç huri isteyene ver onları bana seni gerek seni....” İşte gaye bu olunca, amaç bu olunca o gün olduk diyebiliriz zaten.
Her işte ihlas: aslında mevzunun özü bu samimi mıyız? Allah bizden razı mı? Kıldığımız namaz, tuttuğumuz oruç işlediğimiz her sevabı bonus toplamak için mı yapıyoruz. Bonus toplamak için sevap isliyor ve ibadet ediyorsak ona müslüman değil "süper mario" denir. Serdar TUNCER’in şu dizeleri aslında tüm konunun özeti gibi:
"Günahtı sevaptı bunlar boş hesap,
Ne iş yaparsan Allah için yap,
Avamın işidir bu hesap kitap,
Aşıklar kâr zarar gütmez kurbanım...

Vesselam 

11 Şubat 2017 Cumartesi

MÜSLÜMAN NEDEN KAYBEDER


İbn-i Haldun der ki:

”Akıl etmek Müslümanlar tarafından terk edildi ve bu yüzden zelil bir hale düştüler.” Demek ki akıl etmekten vazgeçtik ki kaybediyoruz. Halbuki Kur'an: "Akıl etmez Misiniz?" sorusunu "İman Etmez Misiniz?" sorusundan daha fazla sorar. Çünkü Kur'an kör bir bağlılık istemez! Müslüman neye niçin inandığının bilince hareket eder düşünür,düşünür,düşünür. Mevzunun başına dönersek ilk ve en önemli neden akıl etmek bunun terki  izmihlal yani çöküştür.
Zelil olma sebeplerimizden belki en önemlisi hakkı bilmemiz hakkı tutup kaldırmamız ve ben merkezcil davranmamız.Yunus Süresi 44. Ayet mealen şöyle der : ” Şurası kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.” Bir örnek teşkil etmesi açısından bir olaya yer verelim, Müslüman olmayan Kanada Başbakanı Trump'ın kararnamesi sonrası ülkeye alınmayan Müslümanlara itafen :
"Zulüm, terör ve savaştan kaçanlara kucak açıyoruz. İnancınız ne olursa olsun çeşitlilik bizim gücümüzdür. Kanada’ya hoş geldiniz." Müslüman olmayan bir lider ve zulüm karşısındaki dik duruşu takdire şayan değil mi? Bu güzel Başbakanın aslında kendi yaptığımız bu zulmü yine kendimiz kaldıracağız, ‘insanoğlu zulüm eder kader adalet eder’ çerçevesinde kader adalet  ettiği ana kadar çalışmalıyız, ifadelerinin hayata geçirilmiş şeklini sergiledi bu konuşmasıyla. "Garibin hikayesini dinlemek için yine bir garip kulağı gerekir" der Celaleddin i Rumi. Çünkü: Yarayla alay eder, hiç yaralanmamış olan. Kısacası 'ateş düştüğü yeri yakar...' Halbuki hakiki bir müminin demesi gereken :"ateş nereye düşerse düşsün beni yakar..." olmalı. Peki o zaman bizdeki bu rehavet nedir?Yada dil ile söylenen şehadet kalbe inmemiş midir? Akif’in deyimi ile;
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım”olmamalı mı?
Yada Hazreti Ali'nin dediği gibi "Zulüm iki türlüdür, biri zulümeder diğeri zulme rıza gösterir, ikisi de zalimdir." dememeli miyiz?
 Ne yapabiliriz? sorusuna cevaben şöyle diyebiliriz: bizim için hak olanı başkası için suç saymayalım; başkasında gördüğümüzde günah saydığımızı kendimize helal kılmayalım.Hem dostumuz, hem de düşmanımız için “insaflı ve adaletli” olalım. Sanki bu dünya bize kalacakmış; sanki sonsuza dek var olacakmışız; Ve sanki hiç hesap vermeyecekmişiz gibi sorumsuz yaşamayalım.Bilelim ki bu dünya, “hayatını yaşamak” değil, hayatını, “ebedi hayat”a hazırlamak içindir. Ama “hak ve adalet çizgisi”nde. Hasılı kelam son sözde Muhammed İkbal’e kulak verelim:

“Müslümanların yeniden Müslüman olmaları lazım...”
vesselam...